2. Maturidi Yesevi Otağı Kurultayı'ndaki Gözlemlerim - Karabük

Bu yıl Karabük/Safranbolu'da ikincisi düzenenlen Maturidi Yesevi Otağı Kurultayı'na biz de Türk Dili Derneği olarak 9 kişi katıldık; étkinliklerde yer edinip, sunumumuzu yaptık. Böylesi güzel günlerin anısı hep usumuzda bulunsun diye de gördüklerimi, yaşadıklarımı yazayım istedim.



30 Ağustos 2015
Bugün Zafer Bayramı! Türk ulusu olarak kazandığımız utkuların bayramı. Ülkece coşkuyla kutluyoruz, demek isterdim ancak bir biçimde bir bahane ile bu yıl da kutlatmadılar. Yine de toplumdaki duyarlı kişilerin öbek öbek kutlaması gibi, biz de kendi aramızda kutladık.

Derneğimizin kurucu üyelerinden Fatma Uçar hanım, gece 23.00'a almıştı biletlerimizi; Esenler otogarından yola çıkacaktık. Ancak öncesinde benim derneğe uğramam, Safranbolu'da kuracağımız sergel (masa) için araç gereçleri de almam gerekiyordu. Ancak benim 4. kattan onca yükü indirecek gücüm olmadığı için danışmanımız Fatih Emiroğlu'nu aradım. Onlarca betiği, dürüm tabelamızı, el ilanlarımızı neyin sırtladıktan (gerçek anlamda sırtladıktan) sonra otogara vardık. Fatma hanım, kızları Merve ile Ayşenur bizleri bekliyordu. Aracımız biraz gecikme ile yola çıktı.

31 Ağustos 2015
Gündoğuma yakın saatlerde, 05.17 gibi Safranbolu otogarında indik. İnmeden önce ise güzel bir ileti almıştım; "Hocam, indiğinizde beni arayın. Uyuya kalır da açmazsam şarjınız bitene kadar arayın. Hatta şarjınız biterse başka birinden arayın". Bu sözleri, gelenleri karşılamak için görevlendirilmiş Maturidi Yesevi Otağı Derneği'nin üyelerinden Bilal Ertuğrul (ancak ben kendisini telefonuma Bilal Erdoğan olarak kaydetmişim, sonradan babasından öğrendim soyadlarını) yazmıştı. Biz de iner inmez aradık, Bilal bey de oracıkta bize "hoşgeldiniz" diyip karşılamaya geldi. Kalacağımız yere götürüp, odamıza yerleştirdi. Öbür arkadaşları bilmem de, ben uykuya daldım hemencecik.



Bir saat ya var, ya da yok; tam kestiremesem de güngen 07.13 iken kapımız çalındı. Kahvaltının hazır olduğunu, aşağıya inmemizi söyledi Necip Karaağil. İlerleyen zamanda en sevimli, en gözde görevli olarak herkesin usunda yer edinecektir kendisi.

Kahvaltımızı ettik, sonra araçlarla bizi kurultay alanına götürdüler. Yaka kartlarımız verildi, kaydımız alındı. Gelen konuklarla ayak üstü tokalaşmalar, esenleşmeler... Tanıdık yüzleri görünce gülümsemeler, kısa aytışlar... Derken hepimiz içerideki yerlerimizi aldık da, Maturidi Yesevi Otağı Derneği'nin başkanı Oktay Acar, İstiklal Marşı'ndan sonra açılış konuşmasını yaptı.

Bir yandan konuşmalar sürerken, bir yandan da ikramlar dağıtılıyordu. Atıştıra atıştıra dinliyorduk. Ancak olumsuz durumlar da olmaya başladı. Çünkü ilk günkü konuşmalarda konu başlığı "Maturidilik ve Yesevilik" olsa da, konuşmacılar hep bunun dışına çıktılar. Sünnilik üzerine konuşmalar ağırlık bastı. Bu durumdan inçsiz (rahatsız) olan Azerbaycanlı, İranlı Türkler oldu. Şiilik üzerine eleştiriler, Şii geçmişim olduğu için beni de inçsiz kıldı. Öğleden sonraki konuşmalara katılmadım bu yüzden.

Türk Dili Derneği olarak, sergelimizi de (masamızı da) kurduk. Yerimizi iyice belli ettikten sonra, sanaldan yürütttüğümüz Yabancı Tabelaların Ağır Vergilendirilmesi konusunu içeren imza kampanyasını yazılı dilekçe imzalayarak da başlattık. İlk imzayı atan kişi olmak, ayrı bir güzellikmiş.



Konuşmalar bitti, gün battı. Ancak günü güzel kılan büyük etkinlikten söz edeceğim; Zeybek Ateşi!

Kurultay alanından çıkıp, yürüye yürüye kent meydanına vardık. Hepimizde bayraklar; ellerimizde, sırtımızda... Bir eylem yapıyormuşuz gibi oldu. Oturaklara oturduk, ancak büyük alanı tam olarak dolduramamıştık. Tören başladı; eski Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek, okuduğu coşkulu koşuk ile kalabalığı titretti desem yeridir. Genç arkadaşımız Alperen Yemekçi'nin kendi bestelerini, yine kendisinin çaldığı saz ile dinlemek de güzeldi. Öyle ki, sonraki günler Alperen'in bestesi hepimizin diline dolanmıştı. Birkaç sıkıcı konuşmanın ve kötü oyun oynayan birkaç halk oyuncusunun ardından beklediğimiz gösteriyi izleme sırası gelmişti. Derneğimizin üyelerinden Ömer Ersagun Güldamla'nın başını çektiği Zeybek Ateşi oyunu, Ersagun'un alana çıkmasıyla başladı. İlerleyen sürede yine derneğimizin üyelerinden Adnan Düzen de alandaydı. Hepimiz izlemeye dalmıştık. Alkışlamaktan elimiz, bağırmaktan ses tellerimiz de ağrıyordu. Bu sıra yeni bir deneyim de yaşamış olduk. Bizim oturduğumuz bölgedeki arkadaşlar, onca kalabalığı yönetiyordu. İlk biz alkışlıyorduk, ilk sözleri kendi aramızda anlaşıp ilk biz bağırıyorduk. Derken bütün kalabalık bize koşulunca Karabük'ü inletiyorduk. Kalabalık derken, onca coşkuya çevredeki halk da kayıtsız durmamış, oturacak yer kalmamıştı. Tire Kültür Derneği'nin başkanı Seyfullah Ayvalı, bu oyun takımının oluşmasında büyük katkıları olmuş biridir, günün sıkıcılığı bu oyun olmasa çok kötü olacaktı. Ancak şuan hiçbirimiz konuşmaları anımsamıyoruz. Kent meydanındaki bu coşku, bizi bambaşka bir yertince götürdü. Varolsunlar, diyorum.





01 Eylül 2015
Sabah uykumuzu aldık, dünkü gibi Necip yine uyandırdı bizi; yemeğimizi yedik, kurultay alanına geçtik. Bugünün konuşmaları daha güzeldi; Türk Dünyasının Sorunları ve Çözüm Önerileri üzerine başlıklar konuşuldu. Ancak olumsuz yanı şu oldu; herkes sorunları dile getirdi. Çözüm önerisi sunan yalnızca Manas Üniversitesi'nden katılan Kırgız hoca Nazire Kumancıbey oldu. Konuşma sırasında herkes karşısında bir yağı varmış gibi konuşuyordu. İlgi çekici konuşmalar da oldu; Fatma hanım ağladığını söyledi. Azerbaycan'ın sorunlarını dile getiren Hanım Halilova, birçok kişiyi duygulandırmıştı. Benim ilgimi çeken, Fatma hanımın küçük kızları Merve ile Ayşenur'un da böylesi ağır konuları büyük ciddiyetle dinliyor olmalarıydı.












İmza kampanyamıza epey katılımcı oldu. Birçok kişiye ulaşmış, dernek çalışmalarımızdan söz etmiştik. Onsuz da kurultaya katılmaktaki en büyük amacımız buydu; oraya gelen başka dernek üyeleriyle tanışmak, yeni işbirlikleri kurmak. Birçok kişiye ulaştığımız için mutluydum. Ancak şu da var, kaç gündür uykumuzu alamıyoruz. Gün içerisindeki yoğunluktan sonra, akşam geldiğimiz yurtda da kendi aramızda günün değerlendirmesini yapıyor, gecenin bir yarısına değin konuşuyoruz.

02 Eylül 2015
Erkenden kalktım, onsuz da benim biyolojik saatim vardı; 7 dedin mi ayaklanırım hep. Necip'in kapı zilini çalmasına olanak tanımadan, kapıyı açtım da, "sen dur, ben basacağım" dedim. Uykulu uykulu gülüştük. Bizimkileri uyandırdım, üst başımızı giyindik, yemeğimizi yiyip vardık kurultay alanına.

Bugün Türk Dili Derneği adına ben de konuşma yapacaktım. Sıramızı beklemeye koyulduk. Bu sıra bilgisayarda son düzenlemeleri yapıyor, eksik var mı yok mu diye denetliyordum. Başka bir odadaydık; Ersagun da kendi belgelerini düzenliyordu. Bu sıra, derneğimizin başkan yardımcısı (sözüm ona benim yardımcım, hava atmış gibi olmadım umarım :) ) Tuğba Kara da yanımıza geldi. Bu sıra bilgisayarı kendisine doğru çevirip, konuşmamda yapacaklarımın bir denemesini yaptım. Beğendiğini söyledi.




Çay arası verilmişken sunum yapacağımız bilgisayarlarımız da kurduk. Buşku (heyecan) artıyordu bir yandan da! Üç gündür buradayız, onca konuşma oldu, onsuz da birçok konuşmayı beğenmedim, şimdi sıra bana geliyordu, eleştirdiklerimi yapmadan bir sunum yapmalıydım.

Adımız okundu, konuşmacılar arasında bulunmak için sergele çıktık. Benden önce "İslamiyet Öncesi Türk Din Tarihi" konusunu anlatmak için kürsüye Şeyma Ercanlı çıkmıştı. Şeyma hanım Göktanrı inancını anlatırken, Namık Kemal Zeybek ile gözgöze geldik birkaç kez, gülümsedik karşılıklı. Sonra derken, sıra bendeydi. Mikrofonu elime alıp sahneye indim. Benim için bir ilkti; bugüne değin hep öğrencilerime konuştum. Azı benimle yaşıt, büyük olsa bile makamı az olan kişilere karşı hitap ettim. Bu kez durum ayrıydı; eski bakan var, büyükelçi var, müşavir var, profesörler var, hocalar var, dernek başkanları var, sanatçılar var... Bu bakımdan böylesi ağır kişilere ilk kez konuşma yapacağım için bir buşku vardı, ancak konuşmak için elime mikrofonu alıp da karşılarına geçince bu buşkum yok oldu, herkesin ilgisini çekmeyi başardık. Gözlerdeki ışıltıyı yalnızca ben değil, konuşma sonrası, Fatma hanım da gördüğünü dile getirdi. Benden sonra BOSGEM adına Ersagun da konuşmasını yaptı. Konuşmalar bitti, sonuç bildirimi yapıldı.


Geldiğimize değdi, diyebiliyorum. Üç gün boyunca onlarca kişiyle tanıştık, birçok dernekle işbirliği içinde bulunacağımıza dair sözleştik. Birçok üniversite hocasıyla bağ kurduk, birçok yazarla kartvizitlerimizi değiştokuş ettik. Değdi, diyebilirim. Büyük beklentilerle gelmiştik, istediklerimizi alarak geri dönecektik. Öyle de oldu!

Bizi Karabük'te ağırlayan, her türlü nazımızı çeken Maturidi Yesevi Otağı Derneği'nin bütün üyelerine b adına "sağolsunlar" diyorum. Bir kere olsun yüzlerini ekşitmediler, bir kere olsun dediğimize "yoğ" demediler. Gönlümüzü hoş tutmak için ellerinden gelenin en iyisini yaptılar. Tanrı da onların gönüllerini hoş tutsun.

Hiç yorum yok: